Günümüz dünyasında teknolojiyle her an birilerine ulaşabiliyor, kelimenin tam anlamıyla “bağlantıda” kalabiliyoruz. Ancak ne ironiktir ki; bu kadar bağlantı içinde olup da bu kadar az anlaşmak, bu kadar az duyguda buluşmak, neyin eksik olduğunun en açık göstergesi. Evet, iletişim var. Ama etkili olanı az, sağlıklı olanı daha da az.
Sosyal ilişkilerde iletişim, yalnızca konuşmak değildir. Hatta çoğu zaman “konuşmak”, yanlış kullanıldığında bir duvar haline gelir. Dinlemeyi bilmeyen, karşısındakini anlamaya çalışmayan biri ne kadar çok konuşursa konuşsun; söyledikleri karşındakine ulaşmaz. Çünkü sağlıklı iletişim, sadece ağzımızdan çıkanlarla değil, karşımızdakinin yüreğine dokunabilmemizle mümkündür.
İletişimde en sık yapılan hata, konuşmayı “haklı çıkmak” için bir araç sanmaktır. Oysa ki iletişim, haklı çıkma değil; anlamaya çalışma sanatıdır. Bu sanat, empatiyle başlar. Karşımızdaki kişinin söylediklerinin arkasındaki duyguyu görebilmek, gözlerinden geçen cümleleri duyabilmek… İşte gerçek iletişim budur.
Sosyal ilişkilerde kırılmaların çoğu, yanlış anlaşılmalardan değil, anlaşılmamış olmaktan kaynaklanır. “Beni dinlemiyor.” “Kelimelerim ona ulaşmıyor.” diyen insanların iç seslerini duyar gibiyim. Belki de hepimiz, aslında yalnızca anlaşılmak istiyoruz. Ve bu ihtiyaç, ne yazık ki çoğu zaman sesimizin tonu, yüzümüzün ifadesi, hatta bedenimizin duruşuyla bile bastırılıyor.
İletişimin en güçlü hali ise sessizlikte bile anlaşabilmektir. Ama oraya varmak için önce kelimeleri doğru seçmek gerekir. Birini eleştirirken değil, anlatırken; yargılarken değil, paylaşırken konuşmak gerekir. Çünkü iletişim, bir duvar örmek değil, bir köprü kurmaktır.
Unutmayın, bir ilişkiyi onaran da, yıkan da çoğu zaman kelimelerdir. Hangi kelimeyi, nasıl, ne zaman söylediğiniz kadar; hangi niyetle söylediğiniz de önemlidir.
Belki de bugün, bir adım geri çekilip şu soruyu kendimize sormalıyız:
“Ben insanlarla gerçekten iletişim kuruyor muyum, yoksa sadece konuşuyor muyum?”

Vildan Kara Öztürk