Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
Sosyal Medya

Kızılay: Tıbbi Bir Mucize, Dini Bir Mesele

  BANÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Muhammed Emin

 

BANÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Muhammed Emin Kızılay 3-9 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen Organ Nakli Haftası dolayısıyla organ naklini dini açıdan değerlendirdi.

Doç. Dr. Muhammed Emin Kızılay yaptığı açıklamalarda “ Günümüz tıbbının en büyük başarılarından biri olarak kabul edilen organ nakli, organ yetmezliğinin sebep olduğu birçok tehlikeli hastalık için çözüm olmuştur şeklinde . Kalp, karaciğer, böbrek gibi organların nakli, modern cerrahinin ulaştığı noktayı gözler önüne sererken, bu durum derin ve hassas bir tartışmayı da beraberinde getirmektedir. Bu tartışmanın merkezinde, İslam’ın iki temel değeri arasındaki hassas denge yer alır: İnsan bedenine duyulan derin saygı ve insan hayatını kurtarma emri.

İslam’ın Temel İlkesi: İnsan Bedeninin Dokunulmazlığı ve Saygınlığı

İslam’ın organ nakline dair bakış açısını anlayabilmek için öncelikle İslam’ın insan bedenine atfettiği değeri kavramak gerekir. Kur’an-ı Kerim, insanı “mükerrem” (şerefli, saygın) bir varlık olarak tanımlar (İsra, 17/70) ve bedeni, Allah tarafından insana verilmiş bir “emanet” olarak konumlandırır. Bu emanet anlayışı, kişinin kendi bedeni üzerinde sınırsız bir tasarruf hakkına sahip olmadığı anlamına gelir. Beden, mülkiyeti Allah’a ait olan ve kişiye geçici olarak tevdi edilmiş kutsal bir yapıdır. Bu saygınlık, sadece yaşamla sınırlı değildir; ölümden sonra da devam eder. Hz. Peygamber’in şu hadis-i şerifi, bu ilkeyi açıkça ortaya koyar:

“Ölünün kemiğini kırmak, dirinin kemiğini kırmak gibidir.” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 64; İbn Mâce, “Cenâiz”, 63)

Bu hadis-i şerif, ölü bedene yönelik müdahalelerin dahi ne denli hassas bir konu olduğunu ve insan hürmetinin ölümle son bulmadığını vurgulamaktadır. Dolayısıyla organ nakline dair fıkhi tartışmaların başlangıç noktası, bu dokunulmazlık ve saygınlık ilkesidir. Ancak İslam hukuku, bu temel kuralın yanında istisnai durumlar için yol gösteren esnek ilkelere de sahiptir.”

Kapıyı Aralayan İlke: “Zaruret” Hali ve Hayatın Önceliği

Kızılay “ İslam hukuku, katı ve değişmez bir kurallar bütünü değildir; bilakis hayatın getirdiği zorluklara ve olağanüstü durumlara çözüm üreten dinamik ilkelere sahiptir. Organ nakli bağlamında bu kapıyı aralayan en önemli ilke, “zaruret” (zorunluluk, mecburiyet) halidir. Fıkhın temel kaidelerinden biri olan “Zaruretler yasakları mübah kılar” (Mecelle, md. 21) prensibi, hayati bir tehlike karşısında normalde haram olan bir fiilin geçici olarak meşru hale gelebileceğini ifade eder.

Kur’an-ı Kerim, bu ilkenin en somut örneğini, açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir kimsenin, normalde haram olan domuz eti veya leş gibi yiyeceklerden ölmeyecek kadar yemesine izin veren ayetlerde sunar (Bakara 2/173, Maide 5/3). Ancak klasik dönem fukahası, bu ilkenin tıbbi uygulamalara taşınmasında ihtiyatlı bir ayrım yapmıştır: Yasak bir yiyeceğin yenmesi, hayatı kurtarma faydası kesin olduğu için daha kolay kabul edilirken, haram maddelerle tedaviye, sağlayacağı fayda kesin olmadığı için daha temkinli yaklaşılmıştır. İşte günümüz İslam alimlerinin organ naklini bu kıyasa dahil etmelerinin temel dayanağı, modern tıbbın sunduğu yüksek başarı sayesinde tedavinin sonucunun artık spekülatif olmaktan çıkıp güçlü bir ihtimale dönüşmesidir. Bu durum, organ yetmezliği nedeniyle ölümle yüzleşen bir hastanın halini bir “tedavi zarureti” olarak değerlendirmeyi meşru kılmaktadır. Bu yaklaşımı güçlendiren en önemli naslardan biri de Maide Suresi’ndeki şu ayettir:

“Her kim bir hayatı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (el-Mâide, 5/32)

Bu ayet, insan hayatının kutsallığını ve bir canı kurtarmanın ne denli büyük bir erdem olduğunu vurgulayarak, organ bağışını hayatı yücelten bir eylem olarak çerçevelendirmede kilit bir rol oynamıştır. Ancak zaruret ilkesinin uygulanabilmesi için fukaha tarafından belirlenmiş net şartların yerine getirilmesi zorunludur.”

Günümüz İslam Dünyasının Yaklaşımı: Cevaz ve Şartları

Organ naklinin dini açıdan mutlaka cevaz ve şartları olduğunu belirten BANÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Muhammed Emin Kızılay “ Zaruret ilkesinden hareketle, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu da dahil olmak üzere İslam dünyasındaki pek çok yetkin fetva kuruluşu ve alim, organ nakline belirli ve sıkı şartlar altında cevaz (izin) vermiştir. Bu şartlar, hem vericinin hem de alıcının haklarını korumayı, insan onurunu zedelememeyi ve tıbbi etiği gözetmeyi amaçlar. Bu kurulların kararlarından damıtılan temel şartlar şunlardır:

  1. Zaruret Hali: Hastanın hayatını veya hayati bir organını kurtarmak için organ naklinden başka tıbbi bir çarenin bulunmadığının, alanında uzman ve dürüstlüğüne güvenilen hekimler tarafından tespit edilmesi gerekir.
  2. Yüksek Başarı Olasılığı: Yapılacak nakil işlemiyle hastanın iyileşeceğine dair hekimlerde güçlü bir kanaatin (zann-ı galib) oluşmuş olması şarttır.
  3. Vericinin Durumu: Canlıdan organ alınacaksa, bu işlemin vericinin hayatına temel bir risk getirmemesi ve temel bir hayati fonksiyonunu devre dışı bırakmaması gerekir. Ölüden (kadavradan) organ alınacaksa, vericinin tıbbi ve hukuki ölümünün kesinleşmiş olması gerekir.
  4. İzin ve Rıza: Vericinin hayattayken organ bağışına izin vermiş olması veya hayattayken aksine bir beyanı olmamak şartıyla vefatından sonra kanuni mirasçılarının rızasının alınması gerekir. Aynı şekilde, nakil yapılacak hastanın da bu işleme rıza göstermesi şarttır.
  5. Ticari Yasak: Bağışlanan organ veya doku karşılığında kesinlikle bir ücret veya herhangi bir maddi menfaat alınamaz. Organ ticareti İslam’a göre kesinlikle haramdır.
  6. Üreme Hücre ve Organlarından Olmaması: Nesep ve aile bağlarının korunması ilkesi gereği, üreme hücre ve organlarının (sperm, yumurta, yumurtalık vb.) nakli caiz görülmemektedir.
  7. Kamu Yönetiminin Kontrolü: Organ kaçakçılığını ve suiistimalleri önlemek, sürecin ahlaki ve hukuki standartlara uygunluğunu temin etmek amacıyla nakil işleminin kontrol altında yapılması gerekir.

Bu şartlar, organ naklinin meşru bir tedavi yöntemi olabilmesi için net bir çerçeve sunsa da bazı karmaşık tıbbi ve etik sorular, alimler arasında devam eden tartışmaların konusudur.

Devam Eden Tartışmalar: Beyin Ölümü ve Yarar-Zarar Dengesi

Konunun bütüncül bir şekilde anlaşılması, İslam alimleri arasında üzerinde tam bir ittifak bulunmayan alanları da bilmeyi gerektirir. Bu tartışmalar, meselenin ne denli ciddiyetle ele alındığının bir göstergesidir.

* Beyin Ölümü Bir “Gerçek Ölüm” müdür? Belki de en kritik fıkhi tartışma budur. Klasik fıkıhta ölüm, kalp atışının ve solunumun geri döndürülemez şekilde durmasıdır. Modern tıbbın “beyin ölümü” tanımı ise, beynin tüm fonksiyonlarının geri dönüşümsüz olarak yitirilmesidir. Bu ayrım hayati öneme sahiptir, zira kalp gibi organlar ancak kan dolaşımı devam eden, yani beyin ölümü gerçekleşmiş ama bedeni henüz yaşam destek ünitesine bağlı olan bir vericiden alınabilir. Eleştirel yaklaşan alimler, beyin ölümü kavramının Batı tıbbında dahi mutlak bir gerçek olmadığını, beyin ölümü teşhisi konan bedende hormonal fonksiyonların devam etmesi veya bir annenin bebeğini aylarca rahminde taşıyabilmesi gibi çelişkili durumlar karşısında kriterlerin zamanla değiştirildiğini belirtirler. Bu bağlamdaki en güçlü eleştiri ise fıkhi bir “tutarsızlık” iddiasıdır: Konu organ nakli olduğunda hayat, beyin fonksiyonlarına bağlanıp beyin ölümü “gerçek ölüm” sayılırken; konu kürtaj olduğunda hayat, ruha veya kalp atışına bağlanmakta, henüz beyni gelişmemiş ceninin hayatına son verilmesi haram kabul edilmektedir. Eleştiri sahibi alimlere göre bu durum, hayat tanımının, varılmak istenen fıkhi sonuca göre ayarlanması anlamına gelmektedir.

* Yarar ve Zarar Dengesinin Belirsizliği: Özellikle canlıdan yapılan nakillerde, yarar-zarar dengesinin tespiti önemli bir etik zorluktur. Bu noktada sağlıklı bir vericinin, hasta bir alıcıya fayda sağlamak amacıyla kesin bir zarara (ameliyat ve organ kaybı) uğradığı, buna karşılık alıcının elde edeceği faydanın ise her zaman garanti olmadığı gerçeği tartışılmaktadır. Alıcının durumu sadece “maliyetli ilaçlar” ile özetlenemeyecek kadar karmaşıktır. Nakil sonrası ömür boyu kullanılması gereken bağışıklık baskılayıcı ilaçlar; enfeksiyonlar, obezite, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, osteoporoz ve malignite (kötü huylu tümör) gibi ciddi fiziksel riskler doğurabilir. Ayrıca depresyon ve anksiyete gibi psikolojik etkilerle birlikte hastanın yaşam kalitesi de derinden etkilenebilmektedir. Bu tablo, fayda-zarar dengesinin ne kadar hassas olduğunu göstermektedir.” Dedi.